Sevda Altunbaş'ın Yazısı

Bu değerli grubun web sayfasına bir blog yazısı yazmam istendiğinde, aklımdan sayısız cümle geçti. Bunlardan en önemli gördüklerimi sizlerle paylaşmak isterim. Elime Tv kumandamı aldığımı, televizyonun karşısına geçip 2000 yılından bugüne kadar Dünya’da nelerin yaşandığını bir belgesel şeklinde izlediğimi hayal ediyorum. 


Özellikle gelişmiş ülkelerde pek çok teknolojik, bilimsel ve sosyal gelişmeler yaşanıyor. Bilgiye ulaşmak daha kolay ancak birçok yanlış ve sakıncalı bilgi de ekranlardan evlere sızmış durumda. Birçok bitkinin verimi arttırılmış, bunun için bitkilerin genetiğine müdahale edilmiş, ancak bu bitkilerle beslenen insan ve diğer canlılarda bazı sağlık problemleri görülmeye başlanmış durumda. Hayatımızı kolaylaştıran robotlar, makinalar devreye girmiş ancak insan gücüne ihtiyaç azalmış ve eğitimli birçok işsiz insan birikmiş durumda. Dünyanın bazı yerlerinde savaşlar, huzursuzluklar, siyasi çekişmeler artarken, ekonomik anlamda en güçlü ülkelerde bile bozulmalar yaşanırken, insanların çılgınca tüketme, alışveriş yapma alışkanlıklarında bir artış başlamış durumda. Meteorolojik anlamda uydu teknolojileri ile daha doğru hava tahminleri yapılmasına rağmen, küresel iklim değişimine bağlı seller, kasırgalar, salgınlar, hortum, kuraklık, yangınlar ve nihayetinde de açlık gibi sorunlar derinleşmiş durumda. 


Hayal buya, TV kapattım. İçimi bir sıkıntı kapladı, neden göremiyoruz, bir şeyler yapamıyoruz diye düşünüyorum. Sonra bu konularda kafa yoran çalışan üreten birçok insan olduğunu bildiğimi hatırlıyorum. Tıpkı bu derneği kuran güzel insanlar gibi. İçimi bir ümit, bir coşku kaplıyor. Çünkü bende naçizhane onlardan biriyim. Ben bir Akademisyen Ziraat Mühendisiyim. Biliyorum ki son çeyrek yüzyıl içinde insanoğlu geliştiğini zannederken, kendine ve doğaya zarar vermeye başlamıştır. Teknoloji modern çağda şüphesiz olması gereken, hayatı kolaylaştıran bir olgudur. İnsanoğlu teknoloji ile daha rahat yaşayabilir. Ama teknolojinin getirdiği bilinçli veya bilinçsiz verilen zarar, maalesef uzun vadede değil insan tüm dünya ekosisteminin zarar görmesine neden olacaktır. Teknolojimiz zayıf olsa da yaşayabiliriz. Ancak sürdürülebilir temiz gıda, su ve havamız yoksa yaşayamayız. 


Biz değiştirmesek de, dünya değişiyor. Ancak biz bu değişimi hızlandırıyoruz. Bunun en güzel örneği iklimsel değişimde kendini gösteriyor. Küresel iklim değişiminin etkisi, dünyanın farklı bölgelerinde farklı sonuçlar doğurmaktadır. Kutuplarda buzullar büyük bir hızla erirken, bazı ülkelerde yağışlar seller, kasırgalar artmakta, ekvatora yakın bizim gibi ülkelerde ise kuraklık, çölleşme, yangınlar gibi baş etmesi zor, büyük felaketler yaşanmaktadır. Her iki durumda da önemli olan insan ve diğer yaşam türleri için beslenme ve barınma ortamlarının bozulmasıdır. Doğadaki felaketlere çok az müdahale etme şansımız var. Ama değişime uyumlanıp, alışkanlıklarımızı değiştirirsek, bilim ve teknolojiyi bu anlamda doğru kullanırsak. Dünya daha yaşanılabilir bir yer olacaktır.


Sosyal medyada, internet sitelerinde, küresel kapitalizmin kontrollü bir gıda krizi hazırlığında olduğunu iddia ediyor. “Derince'deki silo patlamasından sonra Fransa'nın La Rochelle şehrinde tahıl silolarında yangın çıktı, dört silo kullanılamaz hale geldi. Rusya tahıl anlaşmasından ayrıldı. Ukrayna'nın tahıl depolarına saldırı sürüyor. Son olarak, 17 Ağustos'ta Rus insansız hava araçları Ukrayna'nın tahıl ihracatı için hayatî önem taşıyan Tuna nehri üzerindeki Reni limanına saldırı düzenledi ve limanda bulunan tahıl siloları ağır hasar gördü. Türkiye ve bazı ülkelerde buğday tarlaları yanıp duruyor. Bunlar tesadüf olamaz. Kontrollü bir gıda krizi şekilleniyor, küresel tahıl piyasası manipüle ediliyor.”


Bu tip haberler elbette izlenmesi geren farkındalık yaratması gereken haberlerdir. Bize düşen umutsuz olmak değil. İnsanımızı besleyecek gıdayı üretmeyi arttırmak olmalıdır. Zira ülkelerin ayakta kalması üretim artışı ile gerçekleşmektedir. Tarımsal üretimi arttırmanın yolu ise bilinçli tarım yapmaktır. Tarım arazilerini amaç dışı kullanmadan, yormadan, kirletmeden modern yöntemlerle sürdürülebilir kılmaktır. Yine sınırlı miktarda olan su kaynaklarını korumak, kirletmemek ve optimum verimde kullanmak gerekmektedir.


Ülkemiz ciddi oranda tarımsal ithalat yapmaktadır. Gıda üretiminde dışarıya bağımlı olmak tehlikeli bir durumdur. Geçen yıl 3.4 milyar dolarlık buğday ithal ettik. Bu yılın ilk yarısında ise, 7.2 milyon buğday için 2.4 milyar ödedik. Sadece buğday değil; arpa, pirinç, mısır, zeytinyağı, ayçiçek yağı, mercimek, fasulyeyi de yoğun biçimde dışardan alıyoruz. Şu durumda tarımsal üretim amacı ile kullanılmayan tarımsal arazilerimizi yeniden üretebilir duruma getirmeliyiz. Bakanlık bu konuda güzel tedbirler ve çalışmalar başlatmış durumda. Hepimizin destek olması gerektiği kanaatindeyim.


Sera gazı emisyonlarına, enerji sektöründen sonra ikinci sırada tarım sektörünün neden olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle tarım sektörü uluslararası ve küresel kuruluşların hedef tahtası haline gelmiştir. Mısır'daki COP27 yıllık Yeşil Gündem İklim Zirvesi'nde “sürdürülebilir, iklime dayanıklı, sağlıklı beslenmeye geçişi” teşvik etmeyi amaçlayan girişimin önü açıldı. Gündemde nitrojen kullanımının ve küresel hayvancılık üretiminin azaltılması, et tüketiminin düşürülmesi ve bitki bazlı veya laboratuvarda yetiştirilen ürünler ve hatta böcekler gibi daha "sürdürülebilir" protein kaynaklarının teşvik edilmesi var. Örneğin Birleşmiş Milletler Çevre Programı, küresel et ve süt ürünleri tüketiminin 2050 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltılması gerektiğini belirtti.


Son günlerde sıkça okuduğumuz, dinlediğimiz gıda krizi konusu var. Dünya Ekonomik Forumu'nun da (WEF) gıda krizi öngörüsü var. 2023 Küresel Riskler Raporu'nda, gelecek iki yılda gıda, enerji ve gübre arzındaki sıkıntıların neden olacağı çoklu krizler öngörülüyor. Bunlar sadece öngörü olabilir, uyarı olabilir veya olmayabilir. Önemli olan bizim ülke olarak herhangi bir kriz ortaya çıkmadan bazı önlemleri almış ve bu konuda çalışmalara başlamış olmamız gerektiğidir. 


Yapılması gereken ilk şey bilinç düzeyimizi artırmak olmalıdır. Sorunu doğru bilmek ve çözülebileceğine inanmak zaten bu yolda yürünecek yolu yarılamak olacaktır. Bundan sonrası alınacak önlemler, yapılacak iş ve işlemler şeklinde gerçekleşecektir. 


Bu zorlu yolda yürümek ve her tür mücadeleyi yapmak üzere yola çıkan, yaşadığımız bu güzel gezegeni daha yaşanabilir hale getirmek isteyen, iyiyiye, doğruya, aydınlığa dönük insanlar ve STK 'larda bulunmaktadır. Bu özel insanlar geleceğe dair ümitlerimizi her geçen gün daha da tazelemektedir.  Antalya'da yaşayan bir grup genç tarafından kurulan, Çevre Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Derneği de böyle güzel ve özel insanlar tarafından kurulmuştur. Dernek ilk günden itibaren kararlı bir duruş ile çalışmalarına başlamış, güzel bir ivme yakalamış ve özveri ile projeler üretmemeye gayret etmektedir.

Yakından takip ettiğim bu güzel insanları destekliyor, kısa süre zarfında tarım, biyoçeşitlilik, iklim krizi ve birçok çevre sorunlarını, toplumsal çalışmalarla gündeme taşıyacaklarına ve başarılı olacaklarına yürekten inanıyorum. Daha güzel, daha yaşanabilir bir dünya için beraber çalışmayı dört gözle bekliyorum. Yolunuz açık olsun...


Dr. Öğr. Üyesi Sevda ALTUNBAŞ
Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü